Kilit Sayılabilecek Bir Meslek Alanına Aidiz - Tuğçe Altunbaş

“KİLİT SAYILABİLECEK BİR MESLEK ALANINA AİDİZ” : TUĞÇE ALTUNBAŞ

12.Ulusal PDR Öğrencileri Kongresi’nde “Eğitimde PDR Hizmetleri: Örnek Uygulamalar” adlı konferans ile tüm salonu şaşırtan, bizlere iyi ki psikolojik danışman olacağım dedirten ekipte yer alan hocamız Tuğçe Altunbaş ile keyifli ve oldukça doyurucu bir söyleşi gerçekleştirdik. Kendisi Bursa’da bir ilkokulda gayet başarılı çalışmalar yapan, mesleğimizle ilgili tüm önyargıların yanlışlığını bir kez daha gösteren bir okul psikolojik danışmanı. Sevgili okuyucu lafı daha fazla uzatmadan sözü Tuğçe hocamıza bırakıyorum.  Keyifli okumalar.  

Merhaba Tuğçe hocam, öncelikle bize kendinizi tanıtabilir misiniz?

Ben Sivas 1989 doğumluyum. Eskişehir’de büyüdüm, halen de ailemle birlikte burada ikamet etmekteyim. Annem özel sektörde çalışıyor, babam aile hekimi ve bir de kız kardeşim var. İlköğretimi Eskişehir Milli Zafer İlköğretim Okulu’nda tamamladıktan sonra, liseyi Hoca Ahmed Yesevi Lisesi’nde (YDAL) tamamladım. Lisans olarak da Bursa Uludağ Üniversitesi Psikolojik Danışma ve Rehberlik alanını bitirdim. Anadolu Üniversitesi PDR alanında özel öğrenci olarak yüksek lisansa başladım ve şuan Eskişehir Osmangazi Üniversitesi’nde PDR’ de yüksek lisansa devam ediyorum, tez dönemindeyim. Yine aynı alanda doktoraya da devam etmek istiyorum. Şuan ilk atandığım kurum olan Bursa Osmangazi Hürriyet Ticaret ve Sanayi Odası İlkokulu’nda göreve devam etmekteyim. İlkokuldan itibaren, lise dönemi içerisinde de okul takımlarında ve Eskişehir DSİ Bentspor’da voleybol oynadım. Sporun hayatımda çok etkili olduğunu düşünüyorum. Bunun yanı sıra bir dönem tiyatro ve dans ile ilgilendim. Sanatsal faaliyetlerin çoğuna yeteneğim olmasa da merakım var. İnsanların bir arada olduğu etkinliklerden keyif alıyorum. Ayrıca alanımızla ilgili çeşitli aktivitelere, eğitimlere katılmaya çalışıyor; güncel kitapları ve filmleri takip etmeyi seviyorum.

Neden PDR’yi tercih ettiniz? PDR’nin sizin için önemi nedir? 11855318_10153654295598394_824217217_n

PDR’nin aslında çok küçüklüğümden beri tanıdığım ve araştırdığım bir alan olduğunu söyleyemeyeceğim. Lise dönemlerimin sonlarına doğru tanıştım. İlkokuldan beri insan ilişkilerinin yoğun olduğu ortamlarda bulunmak, bahsettiğim gibi çok eğlenceli geliyordu bana. Ergenlik dönemim takım arkadaşlarımla birlikte, yardımlaşma ve paylaşma içerisinde geçti; çok güzel dostluklar edindim. Arkadaşlarımla ilgilenmekten mutlu oluyordum. Liseye geldiğimde, yavaş yavaş hangi mesleği seçmeliyim, ne yapmalıyım gibi sorular kafamı kurcalamaya başladığında, tek bildiğim insanlarla çalışma isteğimdi. Eşit ağırlık derslerinde sayısal alana göre daha fazla zorlanıyordum. Ödevleri yaparken yazılılara çalışırken de daha çok geriliyordum. Yani hocalarımda genel olarak sayısal odaklı bir bölüm seçmemin daha iyi olacağını vurguluyorlardı. Yalnız lisede psikoloji dersiyle tanışmam kafamdaki çoğu taşı yerine oturttu. Derste anlatılan sosyal deneyler, insanlar üzerinde yapılan çalışmalar ve sonuçlar bana inanılmaz geliyordu. Öğretmenim de bana bir gün, dersini çok dikkatli dinlediğimi, bu alanı araştırıp, okumalar yapmamı istediğini ve hatta istersem meslek olarak da seçebileceğimi söyledi. Araştırmaya başladım, psikolojiyle ilgili okumalar yaptım ve kafam daha netti. Sonrasında bir gün okulumuzda çoğu kişinin ve benimde şahit olduğum bir intihar gerçekleşti. Çok etkilenmiştik. Akabinde okulda 3 tane “rehber öğretmen” isimli kişilerin, sınıflarda gözlem yaptığını gördüm. Daha önce hiç karşılaşmamıştım ve çoğu arkadaşımda bu şekildeydi. Hatta bizim okulda olduklarını bile bilmiyorduk. Yani bir kriz anında görmüştüm. Ne iş yapıyorlar ki diye araştırmaya başladığımda aslında belki de nitelikli çalışanın az olmasından kaynaklı, toplumda önemi yeteri kadar algılanamamış fakat çocuklar için çok önemli olduğunu düşünüp, gördüğüm bir meslekti. Hem de içinde psikoloji vardı. Benim için uygun meslek buydu.

PDR benim için şu açıdan önemli: Bazen her birimiz ister çocuk olsun ister yetişkin farklı sıkıntılar yaşayabiliyoruz, karanlığa düştüğümüzü hissedebiliyoruz ve sanki bizi hiç kimse anlayamaz diyip kabuğumuza çekiliyoruz ya da bazı durumlarda karar vermede sıkıntı yaşıyoruz, kontrol edemediğimizi düşündüğümüz duygularımız oluyor. Bizler ise doğru zamanda doğru müdahale ile danışanların düşünmelerini, belki kendilerine bile ifade edemedikleri birtakım şeyleri sorgulamalarını sağlayabiliyor ve kendi kararlarını almalarına yardımcı olabiliyoruz. Bu da beni mutlu ediyor.

Bir ilkokulda görev yapıyorsunuz. Bazı okul psikolojik danışmanları ilkokulda öğrencilerin bir problemi olmadığını daha çok velilerle ilgilenildiğini belirtiyor buna katılıyor musunuz? İlkokulda ne tür problemlerle karşılaşıyorsunuz?  

İlkokulda yoğun veli görüşmelerinin yapıldığına katılıyorum, fakat bu bence öğrencilerin bir problemi olmadığı anlamına gelmiyor. Bu anlayışı şunun da etkilediğini düşünüyorum, ortaokul ya da lise öğrencileri gelişim özellikleri de göz önüne alındığında, kendilerini daha iyi ifade edebilirler. Belki de benmerkezci düşünceden dolayı kendi sorunlarını halletme eğilimine girebilirler. Eğer okul psikolojik danışmanıyla iyi bir iletişimleri varsa ve öğrenci güven duyuyorsa en azından bir kapısını çalma girişiminde bulunabilir. Zaten çoğu veli de bu dönemde çocukların okuluna sık sık gelmez. Ya da öğrenciler farklı boyutlarda kendilerini göstermeye çalışırlar; imaj değişiklikleri, madde eğilimleri, kendini kanıtlama çabası gibi daha göze görünür şeyler. Tabiki her vakada değil ama genel çerçeveden bakıyorum. Yani öğrenciler genelde fark edilmeyi başarırlar. Ama ilkokul öğrencilerini fark edebilmek biraz daha farklı. Çünkü bu yaş grubu çocuklar bir yetişkin gibi kendilerini ifade edemezler. Duyguların bile ayrımını tam olarak yapamayabilirler ki yaşadıkları duygu durumunu tanımlayabilsinler. Ya da içerisinde bulundukları durumu problem olarak algılamayabilirler, bir sıkıntı vardır ama nerden çıkmıştır bu? Bu durumları genelde sınıf öğretmenleri öncelikli halletmeye çalışır, veliler kendi çabalarıyla halletmeye çalışırlar ya da birtakım veli profili de çocuktur geçer der üstünü kapatmaya çalışır. Ama asıl bu durumu şöyle de ifade edebiliriz, kaşınırız diyelim doktora gideriz bakarız ki, temelde alerji olmuşuz. Bize dokunan bir şey vardır, o araştırılır, yani kaşıntı bir semptomdur temelde alerji vardır. Bunun gibi çocukta da saldırganlık, tırnak yeme, içe kapanma, kekeleme vb. davranışlar da bir semptomdur diye hipotez kurabiliriz. Temelinde bir şey olabilir ve çocukların çoğu daha ölüm gibi kavramları da yeterince oluşturamadıklarından maruz kaldıkları bu gibi ya da boşanma gibi durumlarda daha ağır bir süreç yaşayabilirler. Kendilerini suçlama eğilimleri daha fazladır. Kulağa çok da ağır bir kavram gibi gelmeyen kardeş kıskançlığında inanılmaz derece travma yaşayabilirler, uyum sorunları başlayabilir. Ya da evlatlık gibi durumların genelde bu yaş dönemi içerisinde uzman eşliğinde açıklanması önerilir, bunu öğrenen çocukların okula uyumunda yine inişler çıkışlar olabilir, arkadaş ilişkilerinde kabul ya da dışlanma, eleştiriler görülebilir. Aslında bu çerçeveden bakıldığında ilkokul bence kritik dönemdir. Çocukluk döneminde, arkadaşları tarafından dışlanan, sosyal beceri eksikliği olan, veli öğrenci iletişiminin zayıf olduğu çocukların, lise döneminde ve iş hayatında da sıkıntı yaşadıkları, madde ve alkol bağımlılığına daha eğilimli olduğunu vurgulayan araştırmalar da mevcut. Yani erken, doğru zamanda doğru müdahaleler ile çocukların yaşamlarını olumlu yönlendirmelerine katkıda bulunabiliriz diye düşünüyorum.

Bunun dışında ilkokulda sık karşılaştığımız problemleri genel olarak toparlarsam, okul fobisi, yoğun bir şekilde kardeş kıskançlığı,  çeşitli davranış bozuklukları;  saldırganlık, tırnak yeme, enürezis, enkroprezis, özel eğitim durumları, ad takma, utangaçlık, arkadaş ilişkileri gibi sosyal beceriye dayalı durumlar;  intihar, ölüm gibi travmatik yaşantıya maruz kalma, parçalanmış aileler, kaygı, başarısızlık… Aslında çoğu kademede karşılaşılan durumlarla karşılaşıyoruz.

Peki bu tür problemlerle baş etmek için neler yapıyorsunuz?

Bu yaş grubu çocukların yukarıda da bahsettiğim gibi normal danışma süreci olan 45 dakikayı bırakın 5 dakika bile aynı sandalyede oturması zordur. Sıkılabilirler, görüşmeyi bölüp bir anda akıllarına gelen bir fıkrayı anlatabilirler ya da aldıkları aferini size anlatıp övgü beklerler. Her kademede olduğu gibi bu kademede de onların dilinden konuşabilmek, yani onların seviyelerine inebilmek, gerektiğinde güven adına kukla, oyun hamuru gibi materyallerle oyunlar oynayabilmek gerekir. İlkokul düzeyinde çalışan meslektaşlarımda beni destekleyecektir, çocuklara yönelik tekniklerle ilgilenmek etkili olabilir diye düşünüyorum. Oyun terapisi, sanatla terapi, çözüm odaklı terapi, öyküsel terapi vb. kişilerin ilgilerine ve kendilerini rahat hissettikleri yöntemlere göre kendilerini geliştirmelerinin önemli olduğu görüşündeyim. Ben de bu alanlarda tabiki çok yetkin değilim çünkü meslekte yolun başında olarak görüyorum kendimi ama bu konularda kendimi geliştirme çabasındayım. Vakalarda çocuklarla danışma sürecinde, veri almak ve güven ortamı oluşturmak adına şimdiye kadar süpervizyonluğunu almış olduğum teknikleri ve çocuk testlerini kullanıyorum. Her vaka için hipotezler oluşturup, bir sağaltım süreci planlamaya çalışıyorum. Bu noktalarda iletişimine ve bilgisine güvendiğim sevgili çalışma arkadaşım Derya TURĞUT’la birlikte karşılaşmış olduğumuz vakalar üzerine konuşuyoruz, hangi süreci izlemek daha verimli bu konuda işbirliği yapıyoruz. İlkokul olduğundan özellikle her çocuk için mutlaka eş zamanda veli ve öğretmen görüşmelerini de yapmamız gerekiyor. Çünkü bazen öğrencide ne kadar yol kat edersek edelim, veli ya da öğrenci ayağı eksik kaldığında çok ilerleme gerçekleştiremiyoruz ya da başladığımız noktaya geri dönebiliyoruz. Ve veli seminerleri, aile eğitimlerine de yer veriyoruz.

Bunu yanı sıra öğrencilere zaman zaman özellikle sene başında genel taramalar yapıyoruz. Sorun belirleme envanteri, snellen... vb. Sınıf öğretmenleriyle kuvvetli bir iletişim kurmak durumundayız. Çünkü sınıf içerisinde öğrencileri ilk fark eden onlar.

Bizim için iş birliği de çok önemli, çünkü bazen de, farklı kurumlardan da destek alınması gereken, yönlendirme yapmamız gereken durumlar olabiliyor. İşbirliği yapabileceğimiz kurumların listesini oluşturarak, bilgi alışverişi yapmak da işe yarayabiliyor.

Okullarda psikolojik danışmanlara karşı bakış nasıl? Okul müdürü ve öğretmenler sizi destekliyor mu? unnamed

Okullarda gözlemlediğim, öncelikle bu bakışın olumlu olması sizin çalışmalarınızla doğru orantılı olarak ilerliyor. Sonrasında gerçekten PDR’nin ne olduğuyla ilgili lisansta eğitim almış, almasa da önemini bir şekilde okumuş, araştırmış, psikolojik danışmanım dendiğinde kafasında en azından ne iş yapıldığıyla ilgili bir şema oluşabilen öğretmen ve idarecilerin desteğini hissedebiliyorsunuz. Ya da sizden önce gerçekten çalışan bir psikolojik danışman, orada bir iş yapıldığı algısını yaratabildiyse onu gören öğretmenlerin ve idarecilerin en azından sonraki psikolojik danışmanlara bakışı farklı olabiliyor. Ha bunların hiçbiri yoksa ve sizden önceki meslektaş da herhangi bir çalışmada bulunmadıysa vay halinize. İşte o zaman tüm o beden dillerini, gevşeme egzersizlerini, kendinize uygulayıp, psikolojik sağlamlığınızı ölçüp, ne kadar sabırlı bir insan olduğunuzu test etme fırsatı buluyorsunuz ve öznel iyi oluşunuzu arttırmak için çeşitli durumlar arıyorsunuz. Hadi reframing yapalım, kendinizin fark edemediğiniz olumlu yönlerinizi görmeniz için bir fırsat aslındaJ. İşin esprisi bir yana, çalışmalarınızı göstermek için zamana ihtiyacınız olabiliyor.

Hiç bunaldığınız, ben neden bu işi yapıyorum dediğiniz zamanlar oldu mu?

Olmaz mı. Bir örnek diyalogla hangi durumlarda olduğunu betimleyeyim:  toplumda “ne işle meşgulsün?”, “psikolojik danışmanım”, “aa o neymiş, nerede çalışıyorsun”, “bir ilkokulda”, “aa ne iş yapıyorsun ki orda”, “ ........yani rehber öğretmen”, “haaaa, şöyle desene, şu okullarda odası olan, derslere de girmeyen, çok bir işi olmayan, rahat öğretmenlik, iyisin valla. Çok mu kötüydü puanın, başka bir şey kazanamadın mı akıllı da bir kıza benziyorsun....” diye uzayıp giden konuşmalara mutlaka hepimiz şahit olmuşuzdur. Yani mesleki anlamda değil ama unvan sorunumuzdan dolayı, ne iş yaptığımızı anlatma ve gerçekten bir şeyler yaptığımızı ispatlama çabasında olduğum zamanlarda bunu yaşadım ve bu sorun çözülene kadar da yaşayacağım gibi görünüyor. Ama sonra hemen içsel, dışsal her türlü motivasyonla, meslektaş desteğiyle küllerimden yeniden doğuyor ve aynı çabaya tekrar giriyorum.

Sizce iyi bir psikolojik danışman nasıl olmalı hocam?

Bence iyi bir psikolojik danışman: alana sahip çıkmak adına Survivor ruhuna sahip ama yaklaşımı ve ifadeleri bir pamuk prenses kadar naif, evlilik programlarındaki insanların isteklerini ifade ederlerkenki gibi algısı yüksek ama polisiye dizilerindeki komiserler gibi araştırmacı, işbirlikçi, Alaaddin’in sihirli lambasındaki cin gibi isteklerini ve görev tanımını iyi bilen ve bunu her sorana hemen söyleyebilen, moda programlarındaki jüriler gibi gerekli mercilere eleştirilerini politik ama alttan alta ifade edebilen, gerektiğinde bir Pepee, gerektiğinde bir Herkül olabilen ve son olarak yaptığı başarıları duyduğu mutluluğu etik ilkelerden dolayı içine atıp, Heidi gibi kendi kendine mutlu olabilmelidir.

Klasik söylemler dışında medyanın da etkisini göz önüne alarak esprili yaklaşmak istedim.  Ama klasik olarak da, bu alana ait özellikleri ve yeterlilikleri kendinde hissedebilen, günceli takip edip, yeniliklere açık olan, kısaca mesleğini, mesleki kimliğini yaşayan ve yaşatabilen kişi olmalıdır.

Şu an bölüme yeni gelen ya da bölümde olan öğrenci arkadaşlarımıza söylemek istediğiniz bir şeyler var mı?

Öncelikli olarak toplumumuzda hala çoğu kişi anlamasa da gerçekten kilit sayılabilecek bir meslek alanına adım atmış bulunmaktasınız .

Fakat alanımızın çeşitli iş istihdamları olduğundan lisansta bunları olabildiğince tanımaya yönelmek ne yapmak istediğinizi belirlemenizde, hangi yaş grubuyla hangi sektörde çalışmak istediğinizi belirlemenizde yardımcı olabilir. Ben de zorunlu stajlar dışında Ram, kolej, adliye, huzurevi, özel eğitim okulu gibi kurumlarda gönüllü stajyerlik yaptım ve danışmanlık merkezi, insan kaynakları gibi sektörlerde gözlem yapma ya da oralarda çalışan arkadaşlarımdan bilgi alma fırsatı buldum. Bunun dışında sosyal sorumluluk projelerinde gönüllü de yer almak çok keyifli ve eğitici.

Hatta hala bir PDR topluluğunuz yoksa bunu kurarak işe başlayabilirsiniz . Topluluk için, hocalarınız eminim ki size zaten gereken desteği verecektir. Eğer bir topluluğunuz varsa üye olarak aktif çalışmak da çok güzel bir deneyim. Çeşitli paneller, söyleşiler düzenleme hocalarla tanışma fırsatı buluyorsunuz. Ve topluluk adına motivasyonu artıcı etkinlikler gezi, piknik gibi düzenleyerek de alt üst sınıflarla kaynaşabiliyorsunuz ve tabiki de bir topluluğun olması her üniversitede olmasa da üniversite bünyesinde PDR olarak isminizin daha da duyulmasını sağlayabilirsiniz. Örneğin, yapacağınız etkinliklerin afişini gerekli izinleri alarak üniversitenin farklı bölümlerine ve yerlerine de asarak kimse gelmese bile farkındalık yaratmaya buradan başlayabilirsiniz

Eğer ilginiz varsa, grup halinde ya da bireysel olarak psikolojik film incelemek, aynı anda bir kitabı okuyup değerlendirmek, öğrendiğiniz kuramları ve teknikleri kendi hayatınızı da göz önüne alarak çalışmak gayet keyifli oluyor. Bulunduğunuz illerdeki derneğimizin şubelerine öğrenciyken de üye olabiliyorsunuz, özellikle Türk PDR derneği Bursa şubesi gibi aktif çalışan şubelerde yer almanız, etkinliklere katılmanız da faydalı olabiliyor. Hala bir şube yoksa bu konuyla ilgili dernekle iletişime geçebilirseniz. Yüksek lisans gibi hedefleriniz varsa, bunları araştırıp, vakit buldukça gerekli çalışmaları yapmak da verimli. Meslek elemanları olarak yardımlaşma ve dayanışma ihtiyacımız çok oluyor, içeriklerini inceleyip, Dergi-p.Dr gibi alanımızla ilgili kuruluşları takip etmek de hem bu yardımlaşma hem de günceli takip etme açısından etkili olduğunu düşünüyorum.

Son olarak başta Okan Uslu ve tüm dergi p.Dr. ekibine bu imkanı verdikleri için teşekkür ediyorum ve sözlerimi hep yaptığım gibi bana bu imkanı sunan dergi p.Dr.nin motto ve sloganıyla bitirmek istiyorum; Deli Doktoru Değiliz! Hedef kitlemiz idealist PDRciler! Sevgilerimle..... :)

  Öncelikle şahsım adına daha sonra da Dergi p.Dr. adına röportaj teklimi kabul ettiği ve keyifli sohbeti, yoğun emeği için hocamıza çok teşekkür ediyorum.                                                                                                                                                             

                                                                                                                                         Okan USLU                                                                                                                                          Ondokuz Mayıs Üniversitesi  

Bu yazı toplam 6838 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.