Tüketim Toplumunda Birey Olabilmek

                                          "Her şeyin fiyatını bilen ama hiçbir şeyin değerini bilmeyen insanlar olmaya başladık."                                                                                                                                        Ahmet Şerif İzgören  

 

Tüketim Toplumunda Birey Olabilmek

Gün aydınlanır, gün kararır. Güneş doğar ve batar. Dün bugüne, bugün ise yarına teslim eder kendini. Dünyanın düzeni bu sayın okuyucu. Çok fazla karmaşık gibi gözükmesine rağmen esas nokta burası. Bizler adeta değişen her güne dayanmaya çalışan, ipleri uzun bırakılan birer uçurtma değiliz de neyiz? Her gün ‘’Ben kimim?’’ sorusu ile boğuşmaktan kim olduğumuz gerçeğine gözlerimizi kapatıyoruz ne yazık ki.

Ben Kimim? sorusu son çocukluk döneminin sonlarından itibaren hayatımızda önemli bir yer edinmeye başlar. Ergenlik dönemi ile de tavan yapar. Birey sürekli olarak bu sorunun cevabını bulma sorumluluğu ve gerekliliğini üzerinde hisseder. Kimlik kazanım sürecinde ilk olarak ailesi ile özdeşim kurmaya çalışan birey, bir süre sonra ebeveynlerinin değer yargıları ve düşüncelerini anlamsız bulur. Birey dış dünyaya yönelmekte ve bu süreçte sosyal çevreye kimliğini kabul ettirme gereksinimi hisseder. Ebeveynden ayrı, bağımsız bir kimlik edinerek toplumda yer alma çabaları önem kazanır. Bu süreçte kimlik kazanma ve sosyal çevre birbiri ile bütünleşmiş, bütün olma adına birbirine gereksinim duymuştur.

Peki, tüketim toplumunda “ben kimim?” sorusunun cevabını nasıl arıyoruz? Gelin Jean Baudrillard’ın sözlerine kulak verelim ve bu sorunun cevabını biz arayalım. Yolculuğa hazır mısın sayın okuyucu?

Gerçek ihtiyaçlar ile sahte ihtiyaçlar arasındaki ayrımın ortadan kalktığı tüketim toplumunda birey, tüketim mallarını satın almanın ve bunları sergilemenin toplumsal bir ayrıcalık ve prestij getirdiğine inanır. İnsan bu süreçte bir yandan kendini toplumsal olarak diğerlerinden ayırt ettiğine inanırken, bir yandan da tüketim toplumuyla bütünleşir. Dolayısıyla tüketmek birey için bir zorunluluğa dönüşür. İnsani ilişkiler yerini maddelerle ilişkiye bırakır.

Günümüz toplumuna baktığımızda tamamıyla tüketim ağırlıklı bir yaşam sürmekteyiz.Evinin balkonuna bir saksı domates dikmek,kendi söküğünü dikemeyip terzilere koşmak,her adımda hazır gıdaları tercih etmek bizi onların himayesi altına soktu.Üretim sanayi sektörüne bırakılmış, tüketim ise tek tercih haline gelmiştir.Hal böyle olunca insanlar tüketimin boyunduruğu altına girmişlerdir.

Tüketime kollarımızı açtık. Ben kimim sorusuna cevap ararken farklıyız mesajını asla ihmal etmedik. Üretmeden nasıl farklı olabiliriz derken işte o cevap patlak verdi: Bedenine önem ver! Giydiğimiz kıyafetler ile ben senden farklıyım, ben özelim mesajını vermeye çalıştık. Bir markanın pantolonunu giyerek farklı olacağını düşünen birey sokağa çıktığında giydikleri markanın ne kadar yaygın olduğunu görmeliydi oysa. Ancak görmekte midir sayın okuyucu? Benim cevabım hayır. Eğer böyle olsaydı sokaklarda üniformalı askerlerden farklı bir şey görebilirdik. Tüketim toplumunda herkesten farklı olup kendi kimliğimizi oluşturmaya çalışırken üzerinde şirket logolarını taşıyan insanlar olduk çıktık. Birey fabrikalardaki üretim bantlarındaymış gibi alışveriş merkezlerine girip bu logoya sahip oldu. Sorunun cevabı sahip olunan marka ile çözüldü.  

İnsanlar adeta ortak kalıplara dökülüp üretimi gerçekleştirilen soğuk demirler haline geldi. Belirli işlevlere sahip, verilen komutlara göre hareket eden birer robot olup çıktık. Peki, burada biz kimiz sayın okuyucu? Farkımız üzerimizdeki seri numaralarında mı gizli?  Zira büyük ölçüde birbirine benzeyen, televizyon dünyasındaki gibi konuşan, gülen, düşünen, giyinen bireylerden oluştuğu için toplum artık varlığının anlamını bulmayı bıraktı. Toplumla ilişkisini bir dünya görüşü çerçevesinde temellendirmek isteyen birey tipi büyük ölçüde ortadan kalktı. Tükettiğimiz ölçüde boşaldık. Asıl önemli olan sahip olduklarımız haline geldi. Tüketimin nesnesi haline geldik. Özne olmayı ise çoktan bıraktık.

Düşünce dünyamız için bulunmaz Hint kumaşı olan kitaplar, düşünce sistemimizi geliştirme amacını bıraktı. İnsanlar bir kitabı, dergiyi okumak için aldıklarını düşündüler. Fakat birçoğu fotoğrafları paylaşıldıktan sonra ilk kapalı alanda köşeye fırlatıldı. Gaye artık bir üst kültür seviyesinin paylaşıldığı topluluğa ait olma ve isteği halini aldı. Kitaplar sadece ortak kodlar olarak iletişim kurma aracı haline geldi. Bireyler ürünün faydasını geri plana itip ona kazandıracağı gerçeklikten uzak statü ile ilgilendi. Ve:  

“Artık modern insan cenneti, her şeyin bulunduğu, kredi kartlarını kullanabileceği ve hatta sadece her istediğini değil, komşusundan biraz daha fazlasını alabileceği devasa bir “süpermarket” olarak hayal etmektedir.”  

İşte bunca şeyin arasında insan tüketim toplumunda duygularını bir kenara bırakan, satın aldıklarımızla değer kazanan, satın aldıklarımızla bizi oluşturan, televizyon ve internete bağımlı olan, nesneleştirilen, yüklemin önem kazanmadığı, ne yazık ki at gözlüklerimizle dolaşan bireyler oldu çıktı.  

Sayın okuyucu bunca lafın arasında bunca şeye rağmen Mecnun Leyla’sını, sen kendini arayıp durdun. Kimlik karmaşası yaşamaman bu kadar laftan sonra hiç kolay değil. Tüketimin oyunculuğu içinde bireysel kimlik trajik biçimde neredeyse yok oldu. Bizi biz yapan ve kim olduğumuza ilişkin bilgiler satın aldıklarımızla ölçüldü. Bizler psikolojik danışmanlar ve danışman adayları olarak “Ben Kimim?” sorusuna cevap arayan bireylerin bu soruyu en doğru ve özgün biçimde bulması için çabalamalıyız. Ama öncelikle bu soruya bizler kendi cevaplarımızı bulmayız. Sosyal çevrenin de kimlik kazanım sürecindeki etkisi göz önüne alındığında bizi bulmamız oldukça güç gözükmektedir. Toplumdan kopmamız ise ne mümkün ne de faydalı bir durumdur. Çözüm toplum içinde birey olarak kalabilmenin yollarını bulmakta gizli. Sosyal çevre ve model almanın önüne tam anlamıyla geçemesekte denizyıldızı öyküsündeki gibi biz ne kadar denizyıldızı kurtarabilirsek o kadar kardır. Ne toplumu görmezden gelelim ne de kendimize tamamıyla bağlı kalalım. Hep beraber orta yolu bulalım.  

Tüketirken, olmasa da olur demeyi bilelim ve bizi logolarda, reklamlarda, giyim mağazalarında, sahne cennetimizde aramayalım. Zira biz de, cennette, insanın içindedir.

Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle sayın okuyucu. Unutma  “Sen Kimsin?”  

                                                                                                                                          Okan Uslu                                                                                                                                           Ondokuz Mayıs Üniversitesi  

Kaynakça:

                   Baudrillard, Jean (1997). Tüketim Toplumu. İstanbul; Ayrıntı Yayınları.                                                                  Fromm, Erich(2004). Hayatı Sevmek. İstanbul:Arıtan Yayınevi

Bu yazı toplam 3617 defa okunmuştur
Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum